Tarihten Bugüne Sultan Ahmet Camii

Tarihten Bugüne Sultan Ahmet Camii

7.Yüzyılın mühim yapıtından biri olan Sultanahmet Camii, Mimar Sinan’ın yapı zihniyeti içerisinde yapılmış bir şaheserdir. Sinan’dan sonra Türk mimarlığının meşalesini ele alan Mimar Sedefkâr Mehmet Ağa’nın ellerinde yükselmiştir.

Bilindiği benzeri caminin banisi Sultan I.Ahmet genç yaşta, artık 14 yaşında iken Osmanlı tahtına(bir603 tarihinde) 14.hükümdar olarak yerleşik ve 14 yıl saltanat sürdükten sonra 1617’de 28 yaşında ölüm etmiştir.

Sultan I.Ahmet’in inançlı bir sultan meydana geldiği tüm kaynaklarda ittifakla belirtilmiştir. XVII. Asrın başlarına gelindiğinde İstanbul’un belli başlı tepeleri, her biri bir sultan adı taşıyan cami ve külliye binalarıyla tutulmuştu. Bununla beraber Sultan Ahmet, kocaman istimlâk paraları ödemek ve pekçok ünlü vezir ve paşa sarayı yıkmak pahasına rabbine bir teşekkür vesikası olmak üzere, taht ilinde o vakte civarı görülmemiş güzellikte bir mabed yükseltmeyi aklına koyar. Baş motifi ve tutkusu, kulluğunu kanıtlayabilmek üzere o vakte civarı yapılmış olan camilerin en büyüğünü ve güzelini yaptırır.

Mimar Mehmet Ağa 1569 -1570 de sarayın sedefkârlık ve mimarlık bölümüne dâhil olduktan sonra baş mimarlığa geçer.

At meydanının (hipodrom) kıble istikametinde yer alan Ayşe Sultan sarayı denize bakıyordu, sahası çok kapsamlı ve Topkapı sarayına yakındı, çevresi de pek meskûn değildi. Sultan aracılığıyla bu yer uyumlu görüldü. Adı geçtiğimiz Ayşe Sultana otuz bin halis ayarlı altın gönderdi, o da gönül hoşluğu ile mülkünü tapuda anında hünkâra devretti.

1018 seneyi recep ayının 9.perşembe günü. (Bu Sabahkü takvimle 1609 seneyi meydana geldiği kesinde ayı hemen hemen eylül sonu oldu) Temeline ilk kazmayı bizzat Sultan Ahmet Han vurdu. Bu kazma bu sabah Topkapı Sarayı müzesindedir. Temel kazmaya başlanınca önce Sultan Ahmet Han eteğiyle toprak taşıyarak ”Ya Rab Ahmet kulunun hizmetidir…”diye dua etmişti. Caminin tamamlanması ise 1026 hicri seneyi Cuma Del-ahiresi ayının 4.günü bugünkü takvimle 9 Haziran 1617 etmektedir. Böylelikle inşaat 7 yıl 5 ay 6 gün sürmüştür.

Cami, Medrese, Daru-l Kurra, Muvakkithane, Sıbyan Mektebi, Arasta, Hamam, İmaret, Darü’ş-şifa ve Türbe’den meydana gelen külliyenin orta yapısı olup bir dış avluyla çevrelenmiştir. Camii duvarlarıyla sınırlanan ibadet etme sahası şekil olarak kareye yakın bir dikdörtgendir. 53.50×49.47 (2.646 m2) metrekaredir. Sultanahmet caminin içi 4 yapraklı yonca planına sahiptir. 4 fil ayağı çok etkilidir.

Ana kubbe 43 metre yüksekliğinde ve 23,5 m çapındadır. Bu ölçüler Mehmet ağanın bir mühendis olarak kabiliyetini gösterir. Caminin içi çok mahirane yerleştirilen 260 pencere yardımıyla ferah bir havaya bürünmüştür. Pencerelerin yerleştiriliş şeklinden ötürü kocaman kubbe sanki havada asılı benzeri durmaktadır.

Bilindiği benzeri, batılılar bu camiye mavi cami mananında “Blue Mosque” demektedirler. Bu cami, emsallerinin hiçbirinde meydana gelmediği civarı aydınlık ve ferahtır. Üç sıra halinde duvarlarda, yarım, merkezi ve köşe kubbelerin kasnaklarında açılmış sayısız pencereden ışık alan caminin, duvarlarını kaplayan çini ve kalem işi süslemelerindeki hakim renk olan mavi, camiye bu ismin verilmesinde neden olmuştur.

Sultanahmet Camiinde İznik ve Kütahya atölyelerinin 16.yy sonu ve 17.yy başı ürünleri olarak her biri 16- 18 akçeye satın alınmak üzere 21043 adet çini kullanılmıştır. Beyaz zemin üzerine çeşitli renklerle meydana sunulan panolardaki selviler, laleler, sümbüller, narçiçekleri, Rumiler, üzüm salkımları, Sultanahmet Camii’ndeki güzelliği sağlayan ve ancak Türk çiniciliğine mazhar olan varlıktır. Sultanahmet Camiinde 50 den pek muhtelif desende çini bulunmaktadır.

Sultanahmet Caminin mihrabı, minberi, hünkâr mahfeli de ayrı birer zanaat yapıtıdır. İçi çiçek dolu motifli çinilerle kaplı olan mihrabı mermerden yapılmış üzerinde servi motifleri yer alan sütuncuklarla bezenmiştir. Geometrik geçmeli ve kabartmalı olan minber altın yaldızlıdır. Altın yaldızlı çinilerin sedef kakmalı kapısı ve ince duvar işlemesiyle hünkâr mahfeli bir başyapıttır.

İlki bu camide yapılmış olan hünkâr kasrıdaha önce cami dâhilinde, padişahın namaz kılması için yapılmış olan hünkâr mahfiline ilk defa bu camide, namaz öncesi ve ardından padişahın istirahat etmesi kasıtıyla bir köşk ilave edilmiştir. Sonraları benimsenerek pekçok sultan camisinde yapılan bu köşk, cami içerisinde yer alan hünkâr mahfiline kolayca geçilebilecek köşelerde veya caminin ön cephesinde inşa edilmiştir.

Caminin mermer döşemeli iç avlusu 26 sütunun üzerine oturtulmuş 30 kubbeyle örtülü revakla çevrilidir. Avlunun ortasında altı sütunlu şadırvan vardır.

Altı minaresi olan yegâne camidir. Minarelerin dördü üçer ikisi’ de ikişer şerefelidir. Bu caminin inşasından önce altı minareli cami yalnız Mekke Camii meydana geldiği için şerefini muhafaza etmek üzere Mekke camiine yedinci olarak bir minare ilave edilmiştir.

Sultanahmet Camii, büyüklükte yücelişin, zarafetle ihtişamın, imanla samimiyetin bütünleşip kaynaştığı ulu bir mabeddir. Onun alçak gönüllü ve inançlı banisi caminin bitirmesinden kısa bir zaman sonra, külliye binaları tamamlanmadan ölüm ederek caminin dış avlusunun kuzeydoğu köşesinde yaptırılan türbede yatmaktadır.

SULTANAHMET CAMİİ

“GENEL”

Cami bitip de kapılarını dünyaya açtığı zaman mimarın bir yakını olarak temel taşından beri imalatı hamle adım izlemiş olan, dönemin yazarı ve şairi Cafer Çelebinin ağzından dökülen ilk sorular ve sözler, bunlar olmuş.

‘Nedir bu parlak ışık? Ve bu güzel tarz nedir?

Kendisinden sonra, yüzyıllar boyu, Beyazıt’tan gelirken de, şehre denizden varışlarda da bu binanın İstanbul siluetine ektiği, ince ve son derece rafine çizgiye hayran olan herkesin, başka bir deyişle ibadet etme için koşan inanmışlarla ziyaret için gelmiş dünyanın 4 köşesinden ve her dininden tüm kişilerin kapsamlı avluyu geçip kapıların birinden ana mekâna hamle atar atmaz içerisine düştükleri ve bizzat kendilerini kaptırdıkları duygular, bu defa hayranlığı aşarda hayretlere dönüşür. İnsanlar çevrelerine ilk bakışlarını gezdirirken gözleri dev sütunlardan her biri birer bahar bahçesi benzeri süslü o cesim duvarlara oradan birbiri üstüne istif edilmiş kemerler ve yarım kubbelere ve hepsinin de üzerinde pek pek heybetli olmayan bir kubbeye doğru derece derece yükselirken akıllarından aynı düşünceler geçer ve içleri de aynı aydınlık duygularla ve ferah mı ferah renkli mi renkli bambaşka bir tüm dünya ile dolar. Bu önceki İstanbul’un ortasındaki daha doğrusu tarihi yarım adanın denize bakan bir kenarında büyüyen Sultanahmet’in bir camisidir. Yabancıların verdiği yerinde bir isimle mavi cami.

İnce zevki ve İstanbul sanatına elleriyle aktardığı yepyeni bir cami zihniyeti. Türk-İslam mimarisinde kanatlarını ardına civarı açtığı bir dönem ve bir üslup. kendisinden tam bir asır sonra esecek olan lale devrinin de eskiden habercisi, hem bir heybetli hem bir sevimli, tam bir mabet, bireyin içini ürperten ama engin bir de bahçe, göz okşayan iç ısıtan, bir şark sarayı civarı süslü, yerde halı gökte çini. hele zengin bir tarihinde altın zincirleriyle som zümrüt kandiller asılı, iki dünya el ele vermiş bu camide buluşmuşlar birlikte, karar veremeyeceğimiz bir rafine boyanın tüm tonlarının serpildiği bir desenler dünyasıyla bezelidir. Düz duvarlar fayans ile örtülmüş onlarında üstü dönen ve kıvrılan satıhlar ise kalem ile nakışlanmıştır. Sonunda ışıl ışıl bir mekân çıkmıştır ortaya. Sıradışı bir duygu sarar ziyaretçiyi, bir yandan enbaşta tepedeki kubbe olmak üzere heybetli sütunlar, her birşey bir mabedin tüm soyluluğunu sonsuz bir tanrı fikri ve gerçeğini acunu yaratan güç ile yapa yalnız baş başa kalışın olanca ölümsüzlüğünü anlatır adama. Gündelik yaşam dışarıda kalır, hele modern hayatta ve günümüz ilinde insanoğlunun yaradılışına ters düşen tüm kemirici olaylar, trafiği gürültüleri ile avlunun ötesinde kendileriyle yoğrulurken burada sükûnetin çınladığı bambaşka bir ortam. Kişiyi hemen hemen anadan üryan soyulmuşta bir ahretin kapısına varmış benzeri ürpertici bir yalnızlıkla karşı karşıya bırakır. Nedeni Ise her birşey öylesine heybetlidir, öylesine insandan büyüktür, öylesine hem bir sessizdir, ama hem bir de düşündürücüdür ve öylesine aklı ve idraki fiziğin ötesine davet edicidir. Aileniz işiniz eviniz sorunlarınız hevesleriniz sevdikleriniz sevmedikleriniz paranız ve malınız bundan sonra sizden öyle uzak öyle uzaktır ki camiyi gezen kalabalıklar bile silinir birer birer kaybolur bu mekânda, ama belli bir zaman vakit geçinde ürpertiler içerisinde dolan ilk dakikalar işledikçe, içinizde bu masmavi boşluklara, uzaklıklara yavaş yavaş ve ucun ucun ısınmaya başlar. Hele namaz kılmak için yere oturup ta bitiş duasıyla beraber çevreyi daha da bir dolgun ve dolmuş duygularla seyre başlarsanız bu mabede bilerek verilmiş olan o tüm tatlılığın keyfine de kemaline erersini, içiniz bu defa bir insan yaşamının tüm neşesi ile bir daha fani hayatın güzellik ölçüleri ve değer yargılarıyla dolup taşmaya başlar. Sahi iç ufku çevreleyen bu pencerelerin vitrayları ne kadarda yakıcı renklerle birer birer örülmüş, duvarları örten çiniler nasılda bu dünyanın bir ilkbahar bahçesi benzeri bezenmiş, bu kubbelere civarı tırmanan nakışlar uçan ipek halılar yada atlas kumaşlar misali sanki semaları örtme yarışı içerisinde nedenli bir coşku ile böylesine boyanmış ve serpilmişlerdir. Bunun civarı duvarlarına bulut bulut rozet rozet Osmanlının pek sevdiği laleler sümbüller narçiçekleri ve küpeler resmedilmiş bir tapınak bulunamaz. Hem Bir yaşam dolu bu mekânda, hem bir ahret,hem bir yücelik hem bir yakınlık, yan yana iç içe buda işte mavi caminin usta mimarının derin aklı.

HÜNKÂR belediye SULTAN I. AHMET HAN

Bu mabede önce karar veren sonra yerini bulan parasını veren ve en başında durup yaptıran birey kimdi. Gencecik bir delikanlı temelleri attırdığında bile artık on dokuz yaşında, Cami fikri aklına düştüğünde bundan da genç, 14-15 inde.

14 yaşında tahta çıkmış eskilere (ve nedense, mühim kişilere) kaderin çizmeyi adet edindiği bir grafiğe uyumlu olarak yaşamında bir rakkamın da sıradışı bir rolü ve tekrarı olmuş. 14 yaşında tahta çıkıyor padişahların 14 üncüsü oldu. 14 yıl saltanat sürüyor topu topu 28 yıl yaşamış ama oda iki kere 14 eder ya. Genç ama epeyce de başarılı. Babası III. Mehmet birden ölünce, Sarayda hemen düzeni koruyup tahta o gece bizzat oturuyor ve Sadaret Kaymakamı ( Başka Bir Deyişle Başbakan Vekili) Kasım Paşaya bir Hatt-ı Hümayun gönderiyor;

“Sen ki Kasım Paşasın, Babam Allah emriyle ölüm eyledi ve ben taht-ı saltanata cülus eyledim. Şehri muhkem zapteyleyesün. Bir fesad olursa senin başunu keserim!”

Ama bununla beraber, iyice de Osmanlı: Başka Bir Deyişle şair. Şiirlerinde kullandığı mahlası (başka bir deyişle takma adı), Bahti. Bu da ebced hesabıyla tahta çıktığı yıl olan 1012 yi gösteriyor. Bir kısım şiirleri, hamasi, dönemine ve de mevkiine uyumlu olarak duygularını o kalıplara döküyor. Doğuya ve Batıya gönderdiği ordularının peşinden şöyle dualar ediyor:

İlahi! canibeyne salmuşum ben iki serdarı

Kerem kıl, düşmanı kahreyle, mansur eyle anları

Biri, şol Çar-yarı sevmeyen zalimleri kırsın,

Biri varıp helak itsen, senin emrinle, küffara!

Bir kısım şiirleri lirik:

“Neruz erişse yad edüp ol önceki demleri,

Her kimse hiçbir zaman,dismini,bu rüzgardan”

Lirizminin yanında da koyu bir inançlı. Peygamberin ayağını temsil eden bir figürü mücevher olarak yaptırıp,sarığının sorgucu olarak taşıyor.

Mutlu bir askeri olay Zitvatorok barış anlaşması bölgeye ve Osmanlıya bir rahatlama dönemi açıp devletinin prestijini bir daha perçinleyince Allah’a bir teşekkür vesikası olmak üzere taht ilinde o vakte civarı görülmemiş güzellikte bir mabet yükseltmeyi aklına koyuyor.

Baş motifi ve tutkusu,kulluğunu kanıtlayabilmek üzere o vakte civarı yapılmış olan camilerin en büyüğünü ve en güzelini inşa etmek ve öncelikle de Ayasofya’yı geçmek Bunun Için bir de nam-ü şanını kıyamete civarı yaşatacak bir eser bırakma ihtirası hiç çekinmeden eklenebilir. Nedeni Ise anında tüm taç sahiplerinde hatta elinde olanak ve kudret olan birçok insan oğlunun içerisinde bu gibi bir tutku vardır ve yaşamıştır. İyi ki de vardır. Nedeni Ise sıradan dışı birçok eserde ancak o sayede meydana çıkabilmiştir.

17.yy İngiliz’in gözü ile Caminin”banisi” genç Hünkârı seyredelim: Sultan içerisinde bulunduğumuz şu 1610 senesinde 23 yaşlarındadır. Güçlü kuvvetli, boyu posu yerinde, fakat şişmanlığa kocaman eğilimi olan bir birey… Sultanın yüzü ve hatları da ona göre dolgundur. Sadece gözleri sıradan üstü büyüklükte olup bu Türklerde en makbul, en güzel göz olarak nitelendirilir. Solgun, durgun ifadesi yüzünün en belirgin özelliği olarak göze çarpar. Üst dudağında bıyık namına bir tutam seyrek kıl, çenesinde de daha seyrek koyu renkte kıllar vardır. Sultanın görünüşü de, imparatorluğun genişliği oranında heybetli ve azametli… Bununla beraber, sarayında üstünde kitabeler yazılı direklerin arasından kocaman bir demir küreyi atması, onun gücünü ve antrenmana yatkınlığını gösterir.

I. AHMET DÖNEMİNİN ÖNEMLİ OLAYLARI

1590- Şehzade Ahmet’in doğumu (bir8 Nisan)

1603- I. Ahmedin tahta geçmesi (21 Aralık)

1604- Peşenin alınması, Estergonun kuşatılması

1605- Ciğerdelen, Vişegrat, Tepedelen ve Estergon kalelerinin fethi,

Cağaloğlu Sinan paşaların safevilere yenilmesi

1606- Canbulatoğlu başkaldırısı, Avusturya ile Zitvatorok barış anlaşması.

Kuyucu Murat Paşanın veziri azam olması.

1607- Kuyucu Murat paşanın Celali isyanlarına karşı çok başarılı harekâtı.

1608- Asi Kalenderoğlunun Alaca çayırda bozguna uğraması

1609- Sultanahmet Camiinin temel atma merasimi

1610- Osmanlı ve sefevi ordularının Acı çay kıyılarında beş gün karşılıklı

Beklemeleri ve barış için gizli müzakereler.

1612- Osmanlı safevi barış anlaşması (20 kasım)

1613- Tüm Osmanlı ülkesinde içki yasağı ilan edilmesi

1614- Donanmanın Trablusgarbe gitmesi ve Asi Sefer dayının ortadan

kaldırılması, Don kazaklarının Sinop’a baskın yapmaları

1616- Erivanın kuşatılması.

1617- Sultanahmet Caminin açılış merasimi, Osmanlı Lehistan barışı,

Sultan I. Ahmet’in ölümü (22 Kasım)

MİMAR SEDEFKÂR MEHMET AĞA

Devşirme acemi oğlanı Kanuninin son zamanlarında 1562-1563’te İstanbul’a getirilmiş 5 yıl ulufesiz(ücret)çalışmış altıncı yılda ulufeye yazılıp kocaman hünkârın vefatından sonra onun türbesine bir yıl süre ile “bahçe bekçisi” olmuş. Bir sonra da Topkapı Sarayına dahil olmak üzere edilip Hasbahçeye bahçıvan tayin edilmiş.

Camii ve mimarisi üzerine doktora yapmış olan Mimar Zeynep Nayır, Evliya Çelebinin Arnavutluk bölümünde kayıtlı bir bilgiye dayanarak Mimarımızın Orta Arnavutlukta Elbasan (İlbasan) şehrinde çeşmeler yapmış meydana geldiği nakletmekte ve bu özel ilginin, onun doğum yeri ile ilgili bir işaret olabileceğini kaydetmektedir.

Devşirme Mehmet, bahçıvanlık döneminde önce sarayın saz takımına aşık olur. Hüner sahibi bir sazende-den, herkesin hayranlığını ve sevgisini çeken bu musiki sanatını öğrenmeyi aklına takar. Bir gün biriktirdiği tüm parası olan seksen doksan flori’yi verip kendisine çeşitli sazlar satın alır. Gece gündüz o civarı çalışır ve musikide öyle ilerler ki saz çalarken süratinden “elinin hayali görülmez olur.” Cafer Çelebi onun daha sonraki meslekleri olan önce sedefkârlık, sonra mimarlık sanatları için bu saz ustalığının yararını “keser sallamak için elinin idmanı lazım olsa gerekti”diye açıklıyor.

Mimarımız gördüğü bir rüya üzerine devrin ermişlerinden Halveti şeyhi “Vişne Mehmet Efendi”ye gider Rüyasında çingene tayfası suretinde bir alay sazende görmüştür ki “ellerinde olan sazlara bir uğurdan başlayınca saz ve söz sesinden alem velveleye ve yer gök zelzeleye”‘varmaktadır. Vişne Mehmet Efendi Sedefkâr Mehmet Ağanın bu rüyasını şöyle tabir eder. ”Oğul o sanattan vazgeçmek gereksin. Eğer o zanaat iyi zanaat olsa doğru ve hayırlı kimselerin içinde kullanılır. Onun benzeri kişilerin en alçağı olan şeytan olan kavmin ellerine düşmezdi. Mademki muradın sanattır, layık olan budur ki birden çok gün durup tabiatın da bir sanata meylederse yine bizimle danışık eğle. Eğer dünya ve ahirette bir faydayı meydana geldiği görülürse bizde sana izin verip dua edelim ondan sonra izninizle ve hayır duamızla o sanata varasın. Adam düşünce çingene görmek tıpkı cinn ve cann kavmi görmektir ve çingane demek (cinler) demektir… Kısa Isimiyle bu sanattan dönüp istifar ve son derece tövbe edip günahlarının bağışlanmasını istemen gerek.” az sonra sazdan soğumuş genç bahçıvan sıradışı bir ruh haleti ile tutar tüm sazlarını kırar Cafer Çelebinin deyimi ile hepsini balta ile haşhaş hurdasına döndürür. Mimar Mehmet ağa böylelikle musikişinas olmaktan vazgeçerek hayırlı bir zanaat olan mimarlıkta karar kılar. Bir sanatçının enstrümanlarını parçalaması bu günün aklıyla belli bir zaman zor izah edilir. Ama dehaların kabına sığmayan yetenek ve ihtirasları da zaten normal kap kacağa pek girmez. Sanatının zirvesi olan Caminin kubbesini çatıncaya civarı o fazladan sazlar ve canlar kıracaktır.

Saraya dönen bahçıvan az sonra Sedefkariler Karhanesinde bir gencin okuduğu bir kitaba dalmış görür. Bu defa onun eline ayağına düşer. O da kendisini bir imtihana tabi tutar. Keserle bir kirişe nişan vurulacak. Bahçıvanımızın keseri o nişana rast gelirse onda yetenek vardır. Genç Mehmet keseri bir kere vuramaz bin kere vurur. her seferinde da nisanın üstüne gelecek. Hepsi onun yeteneğine teslim olurlar. Kitap okuyan sedefkâr. Elindeki hendese kitabının bir kopyasını çeker onu armağan eder ve ocaklarına girişlerini olanağı sağlar. Ser mimaran-ı hassa’ın yönetiminde bu ocakta yeni girenlere enbaşta geometri olmak üzere ilk ve gerek olan bilimlerin öğretildiğini ve burada önemli biçimde adam yetiştirildiğini kabul etmektedir. Başka Bir Deyişle saraydaki bu ocak hem bir fakülte hem bir de bir resmi daire niteliğindedir.

1569-1570- de böylelikle sarayın sedefkarlık ve mimarlık karhanesine dahil olmak üzere olduktan sonra önünde yepyeni bir yol açılır ve tam 21 yıl bile Koca Mimar Sinan ağaya çıraklık ve kalfalık eder.

Ondan sonra “Kapu Ağası” 4 kadıya “Muhzırbaşı”olur. Sonra Su Nazırı tayin edilir. O süre içerisinde Koca Sınanın vefatından sonra mahaline geçtiğimiz baş mimarlar Davut ağa, Dalgıç Ahmet ağa ile beraber çalışmıştır. Sonra ona imparatorluk yolları açılıyor. Koca devletin hangi köşesinden gelirse gelsin tüm milletler ve cemaatlerinin tüm yetenekli çocuklarını bünyesinde eriten imparatorluğun kapsamlı topraklarına olanca hazinelerini ve nimetlerini sergileyen düzeni içerisinde Sedefkârlığı ve mimarlığı yanında o da Sarayda sorasıyla Kapu Ağası Dergâh-ı Ali Bevvaplığı,iki yıl Kulle Sofiliği görevlerine getiriliyor.

Önce mısırın yolu gözüküyor kendisine. Bu görevde iken tüm Arabistanı dolaşıyor. İstanbul’a döner dönmez “Rumeli teftişine”memur ediliyor.

Bu seyahati ise bir cihan devletinin yetenek gördüğü bir adamının yetişmesi için kurduğu tüm bir mekanizmanın azametini sergilemesi bakımından insanın tüylerini ürperten ve gözlerini yaşartan bir sistemi zihniyeti ve ciddiyeti sergiler.

Bu cevelan bu birikim bu görgü bu deneyim yıllar sonra yükselecek olan şaheseri Mavi Caminin kökenlerini açıklayabilecek olan başlıca iki olgudan biridir. Birisi Mehmet ağanın bizzat dehası, öbürü imparatorluğun onu içerisine alıp yoğurduğu bu coğrafya, bu hamur.

Rumeli dönüşü ağa 4 kadıya muhzırbaşı olur. Sonra Diyarbekir’e müsellim gider,6 ay o havaliyi yönetir. Oradan döner Şam-ı Şerife müsellim tayin edilir. O tarihlerde asi bir birlik kabileler hacca gelen kervanları soymakta yok etmektedir. Ağanın kocaman başarısı bunların üzerine varıp haydutları ve yolu temizlemesinde görülür. Bu askerlik operasyonu bile ağanın hayatında mistik bir maceradır. Elinde az bir kuvvetle ne yapacağını çaresizlikle düşünmekte iken gördüğü bir rüyada”gayb ricali” onun imdadına yetişir ve eşkıya’nın gafil uyuduğu yeri haber verirler. Ani bir baskınla yetiştiğinde maiyetinin itiraz ve korkularını bastırır ve kendilerinden kat kat üstün çeteyi yok eder.

1587-1598 de su nazırı tayin edilir. Sekiz seneyi öyle geçer. 1606 da Mimarbaşı olur. Son Olarak yerini bulmuştur tarih ve kader ona bir imparatorluğun tüm maceralarını yaşattıktan sonra asıl makamına getirip oturtmuştur. İlk işi Kâbe’nin onarılması ve ünlü altın oluklarının konulmasıdır. ama az sonra kader onu elinden tutarak şaheserinin eşiğine getirecektir.

Camiyi sultan istemişti ve arzulamıştı ama o binayı ilk düşünen başka bir deyişle gözünde canlandıran sonra bu sabah bilemediğimiz teknikle çizen sonra onu taş taş üstüne koyup yükselten yanlışlıkları ve gecikmeleriyle kahrolan binası biçimlendikçe onurlanan kubbeyi çatıp içi de cennet misali donanca nurlanan asıl sanatçıya başka bir deyişle mimara gelince o kocaman yapıtı uzunca yaşadı.Fakat onun nam-ü şanını ismini pek az yerde bulursunuz Koca Camii sadece padişahın ismini taşır. Sanatçının imzası yüce eserinin çok dışarısında bir yerdedir ve o bile bizzat benzeri çok alçak gönüllü bir ölçüdedir. Dış avlunun birinci kapısı altındaki sebilin kitabesinde kitabeninde bir mısrasında

Cami-i Han Ahmet’in bani-i ala -meşrebi.

Hazreti Mimarbaşı, ahreti mamur ola

Kim Muhammeddir anın namı vü ali himmeti

Etti bu rana binayı haşre dek ünlü ola.

Ahretin bari mamur olması. onun için bir bile Mimara bile ne bir tasvir ne bir anıt yer almazdı gerekmezdi. yaşamın öbür yanına bembeyaz bir güvercin benzeri uçurur benzeri bir tek ileti yeterliydi ya bir hizmet ve bir eser.

CAMİNİN YERİ VE YAPILIŞI

Genç Ahmet’in camine tabi olarak önce en uyumlu bir yer arandı. Devlet çok zengindi. Ve 17. asır en başında hükümdarların tüm istedikleri finanse edilebiliyordu. Başka Bir Deyişle para ve altın derdi yoktu.

Padişah çevresindekilerin kimilerinin aklına, tasarlanan cami için Rüstem Paşa Sarayının yeri geldi. Burası gerçekten, öteki ulu camilerin yerlerinde aranan bir şart olan fazla yüksek ve havadardı. Aynı yükseklikte olan öbür selâtin camilerine eş değerdeydi. Padişahın, sarayı içinde, yaslanarak oturur pozisyondayken bile görebileceği bir yerdeydi. Rüstem Paşa sarayı kalabalık bir yerleşimin içindedir. Saray yıkılsa bile yer yetmeyecek ve ilave istimlâkler gerekecektir. Hatta yıkım dışı olan sokaklar bile yoğun inşaat çalışmaları sebebinden geçilmez hale dönecektir. Padişahın deyimi ile “bir mescit ifade edilecek ama bir nice gönülde yıkılmış olacaktır. Nice hatır incinecektir.”bu düşüncelerle oradan vazgeçilir.

Ama işte bu benzeri düşüncelerdir ki, Osmanlı devlet düzeni kurulup tarihte o civarı uzun süre yaşayabilmiş ve 6 asırlık devletin hiç değilse yarıdan fazlası devirlerine göre hatta bugüne göre çok üstün bir adaletle sosyal dengelerle insanlık ve doygunlukla geçebilmiş ve halklara o civarı mutlu olmak verebilmiştir.

Cami inşaatı sebebinden çevre sokaklarının rahatsız olmamasına dikkat eden Sultan inceliğini, günümüz İstanbul’unda,20.yy sona ererken gerek olan gereksiz her yeri kazıp aylarca hatta yıllarca o halde bırakarak halkı toz ve çamura batıran ve aralarında en temel bir koordinasyonu ve ortak bir kazı programını bile gerçekleştiremeyen çeşitli türden ilgili teknik kuruluşlar yetkililerinin dikkatine sunmanın burada kocaman ihtimalle sırası gelmiştir.

Rüstem Paşa Sarayının yeri sakıncalı bulununca at meydanın kıble istikametinde yer alan Ayşe sultan sarayı akla gelecek. Burası denize bakıyordu. Sahası çok genişti. Topkapı sarayına yakındı. Çevresi de pek meskûn değildi. Padişahın aklı yattı. Adı geçtiğimiz hanım sultana otuz bin halis ayarlı altın gönderdi. O da gönül hoşluğu ile mülkünü tapuda anında Hünkâra devretti. Saray yıktırıldı, Camii için alan açıldı.

HAZIRLIK DÖNEMİ

Yıkım ve kazı; külliye yapımına istimlâk olunan arazide yer alan yapıların yıkılmasıyla başlanmıştır. yıkımı temel ve lağımın kazılması toprak doldurulması ve temizlenmesi seyretmiştir. Moloz taş çıkarılması kariz boşaltılması işlerinde Lağımcılar çalışmıştır.

Malzeme ve temini; Yapım için gerek olan malzemenin iş mahaline getirilmesi karmaşık bir işlem olarak belirmektedir. Önce taş ağaç kurşun benzeri İstanbul dışarısında ve çeşitli yerlerden getirilecek malzemeyi bulmak ve satın almak için bir birlik bireyler görevlendirilmekteydi. bunun için göre ağaçlık bölgelerden malzeme sağlanması için bina emini aracılığıyla mutemet yada mübaşirler görevlendirilmekteydi. gerek olan kereste tür bolut ve sayısını dile getiren defterlerle orman bölgelerine hareket eden görevliler taşıdıkları sultan fermanını yörenin kadısına göstererek yardım almaktaydılar. malzemenin hazır olarak bulunamadığı durumlarda gerek olan olan nicelikte ağaç kesilerek kereste hazırlandıktan sonra kıyıya indirilerek deniz yoluyla İstanbul’a getiriliyordu.

Taşıma; türlü kaynaklardan İstanbul’a doğru hareket eden ağaç taş kurşun benzeri malzeme kara yoluyla öküz arabalarıyla yakın iskelelere indirildikten sonra gemilerle taşınmıştır. Örnek Olarak Kurşun Üsküp’ ten Selaniğe getirildikten sonra gemilere yüklenmiştir. Marmara adasında kesilen taşlar çeşitli yörelerden edinilen ağaçlarda gemilerle İstanbul’a getirilmiştir. Masraflar içinde taş kesen esirlerle onları çalıştıran gardiyanların taş, kereste ve kurşun getiren gemilerin ve gemi reislerinin ücretleri şantiyeye malzeme taşıyan eşşek, at, at sürücüleri ile sırt ve sırık hamallarına ödenen tutarlarda yazılıdır. Kaba yapım için gerek olan tuğla, kireç, Horasan benzeri başka malzeme hazır olarak satın alınmıştır.

Camiinin Yapılışı;

Camiinin temelinin kazılmasına geldiğinde, bunun için Osmanlı usulü kocaman bir tören düzenlendi.

Sıra caminin temelinin kazılmasına geldiğinde bunun için Osmanlı usulü kocaman bir tören düzenlendi. 1018 seneyi recep ayının 9. perşembe günü (Bu günkü takvimle 1609 seneyi meydana geldiği kesinde, ayı yaklaşık Ekim başı oldu). Yıldıza bakanların seçtiği uğurlu bir tarih. Tüm devlet erkânı yıkımlarla açılan boşluk arazide toplandılar. Sultan için de, çalışmaları gelip her an seyretmesi için bir köşk kurulmuştu. Çevre kalabalıkla doluydu. Dönemin tüm ünlü mimarları, “bel külünk, zembil ve ölçekleri ile”hazırdılar.

Önce mimarbaşı Mehmet Ağanın planına göre,4 duvarın, mihrab’ın, sütunların,mahfel ve minarelerin yerleri saptadı. Sonra temel kazımına geçildiğinde, önce Şeyhülislam Mevlana Mehmet Efendi, sonra halkın güvenine sahip Şeyh Mahmut Efendi (Aziz Mahmut Hüdayi) sonra Vezir-i Azam Davut Paşa, sonra öteki vezirler kadı askerler ve sıra ile Osmanlı protokolüne göre öteki rütbeliler ve ulema, ellerine kazma alıp pekçok dualarla, önce, yol olacak yerleri kazdılar. En sonra Sultan, seyir köşkünden indi, yoruluncaya civarı kazı inşa etti. Evliya Çelebi her an meydana geldiği benzeri romantik ve dramatik bir ek inşa ederek, genç Sultan’ın eteğine doldurduğu taşları dökerken, el açıp Allah’a yakararak, “Ahmet kulunun hizmetidir, kabul eyle!” diye dua ettiğini yazıyor.

Tören yerinde, o perşembe günü sayısız kurbanlar kesildi. Yoksullara ziyafet çekildi. İhsanlar ve ödüller verildi. Onu takip ederek de, bir gün yeniçeriler bir gün sipahiler başka bir deyişle atlılar olmak üzere, askerler, gelip ücretsiz çalıştı. Sultan onlara altını çizen ziyafetler çekti. Temel kazma işi bir aydan pek sürdü.

Açılan temeller için çevre duvarı altına, rutubetten etkilenmeyen ve toprakta çürümeyen ağaç kazıklar yaptırıldı ve bunlar ağır araçlarla çekilip birbirine bağlanarak, çukurlar içerisine çakıldı. 1609 seneyi Aralık ayı sonlarına gelinmişti. Sonra yine uğurlu bir tarih araştırıldı.1610 seneyi girmişti. Yine yıldız falına bakanlar Şevval ayının sekiz, Pazartesi gününün (4 Ocak 1610) sabahını tespit ettiler. Yine tüm protokol o meydanda toplandı. Taş yontucular, her bir ulu birey için bir temel taşı hazırlamışlardı. Temel çukurlarına inerek, sıra ile önce Şeyhülislam, sonra vezirler, tüm ileri gelenler dualarla o taşları mihrabın temellerine yerleştirdiler. Böylelikle, “dağlar benzeri sarsılmaz duvarlar”ın temelleri atılmış ve inşaat başlamış oluyordu.

Halk yayılıp ortalık boşalınca, Sultan geldi. Gümüş halkalardan ve ibrişim, başka bir deyişle ipek ipliklerden yapılma bir kemerin içinden birden çok mücevheri alarak mihrabın temeline yerleştirdi. Bina emiri olan Kalender Efendi’ye kızıl altunlar verdi. “Padişahın ihsan denizi dalgalanmıştı”Şeyhülislama halkın sevdiği Şeyh Mahmut Efendiye, vezirlere, kadı askerlere, beylerbeyine, ulemaya, ağalara, beylere ve inşaat mutemedlerine, yüzlerce hil’atler giydirdi. Sayılamayacak civarı kurban kesildi. Ustalar ve işçilerden başka gelen geçtiğimiz tüm yoksullara hem bir ziyafetler çekildi, hem bir sadakalar verildi. Herkesin gönlü alındı. Ortalık bayram yeri halindeydi. Padişaha dualar ediliyor ve şairler yapıma ebcet hesabıyla tarihler düşürüyorlardı.

Yapımı;

7,5 yıl sürdü. Camii ve mimarını yazmış olan Cafer Çelebi, yapıtını 1614 seneyi ile kapatmış meydana geldiği için binanın tamamlanmasıyla ilgili bilgi vermiyor. Sadece duvarların bitip üstüne kubbenin yerleştirilecek duruma geldiğini kaydediyor. Bununla Beraber onun verdiği bilgilerden mimarın inşaatın her aşamasında işinin en başında meydana geldiğini avluya serdiği bir seccadeye bile değil, onun dışına kuru taşa oturup sağ elinde tespihi, sol elinde mimar arşını, durmadan tespihini çevirip her tanesinde duasını okuyarak, etrafını de gözetleyip kolladığını ve ağır çalışan ustalara, elindeki arşınıyla işaretten geri kalmadığını okuyoruz. Kubbenin bitip binanın kilitlenecek zamanının gelişi,bir026 hicri seneyi Cuma del-ahiresi ayının 4.cü günü nü bulmuştu. Böylelikle inşaat 7 yıl 5 ay 6 gün sürmüş oluyordu. Bitiş günü bugünkü takvimle 9 Haziran 1617 etmektedir.

Osmanlıya göre de bu olay görkemli bir ziyafet demekti. Camii avlusuna otağlar kurulmuş, Sultan çadırına saraydan tahtı da getirilmişti. Avludaki yemekten sonra ileri gelenler saraya çağrılmış, hil-atlerini giymişler, sonra Padişahın önüne düşerek onu otağ-ı hümayunun önüne getirmişlerdi. Orada önce Veziriazam Halil Paşa sonra vezirler, sonra sıradaki öbürleri, Padişahın eteğini öperek, tebriklerini sundular. O törende 1000 civarı hilat ve soft giydirildi. Camide kılınan ilk namaz da ise tüm cemaate mercan tesbihler armağan edildi. Görevliler bu değerli tespihleri namaza yerleşik olan herkesin dizi üzerine bırakmak suretiyle dağıtıyordu. Mercanlar bitince ‘kelembek tespihlere’geçildi. Orhan Şaik Gökyay Kalembek’in Hint Okyanusundan çıkan keskin ve güzel kokulu sandal ağacından yapıldığı bilgisi veriyor. Cemaate bu armağanlardan sonra, mabedin kendisine gelen ödüller, çevreyi donatmaya başladı. Sedefli rahlelere yüzlerce Kur’an yerleştirildi. O vakte civarı yapılmış olan camilerin hiç birine, bu civarı birden pek bu civarı güzel, başka bir deyişle iyi hattan çıkmış, altınlı, çiçekli, boyalı desenli kitap konulmamıştı. Evliya çelebimizin verdiği verilere göre ‘Sultanahmet han ecdadından beri ne civarı zi kıymet ibret numa cevahir makulesi hedaya var ise cümlesini’ camiye astırmış ve ‘cemii düvelden nice ödüller gelip ve cemi diyarın marifet erbabının ihsan etmesiyle birer ibret nüma eşya getirdiklerinde camii yi tezyin etmişlerdi.

Habeş veziri Cafer Paşa, Hünkâr mahfeline 6 tane zümrüt kandil asmıştı. Altın zincirlerle inen zümrüt parçalarının her biri yuvarlak birer kâse şeklindeydi ve 6 şar okka çekiyordu. Evliya Çelebi bunlar içerisinde her biri bir Rum haracı eder diyor.

Masmavi, yemyeşil camiinin de, bu akıbetten kendisini kurtaramadığı belli oldu. Nedeni Ise son zamanlarda bu göz kamaştırıcı hazine parçalarından hiç biri yok. Günümüzü bırakın mabedin bitirilişinden yaklaşık 100 yıl sonra, onu görmüş olan ünlü ve güvenilir başka tanıklar, tavandan inen kandillerin içinde bu gibi akıl bozan mücevherlerden değil, kristal toplar, billur avizeler, deve kuşu, yumurtaları benzeri eşyadan bahsederler. Bir kaç tanede ilgi çekecek zanaat yapıtı, Bunlardan birisi kandil şeklinde cam bir kâsenin içerisine oturtulmuş veya galiba daha doğrusu, top şeklinde kapalı bir cam kürenin içerisine yerleştirilmiş bir gemi modeli, bir kalyon. Öbürü caminin çok maharetli bir işçilikle yapılmış ahşap bir maketi imiş. Bittiğinde böylelikle camii bir koleksiyon pırıltısını almıştı. Ama tarihin sıradışı bir tecellisi ise, İstanbul’un ufkuna böylesi bir çizgiyi resmetmeyi o civarı istemiş ve bunun için her cuma günü gelip bizzat çalışmış olan genç Padişahın yapıtını ancak tamamlamış olarak görebilmesi ve tadına olması gerektiği kadar varamayışı oldu.

CAMİNİN YAPIMI -BİNA-

Camii öbür mabetlere oranla, iç mekânlarda çok geniştir. Sinan’ın Süleymaniçin’ sinin kubbesini taşıyan pil payeleri mahaline, Mehmet ağa, yuvarlak ve çok iri sütunlar kullanmış ve yine Sinan’ın Şehzade Camii payelerinde yalnız üst kısımlarda yer verdiği yivlerini, Mavi Camiinde, çok aşağılardan bu yana başlatmak suretiyle, sütunların heybetini ve ağırlığını hafifletmiştir. Bu hem bir cesur ama hem bir de isabetli ve artistik tercihi ağır basan bir dizayndır.

Camiye önce dışarıdan bakarsak 6 minareye sahip. O yüzden bu niteliği ile tek kalıyor.4 köşesindeki minarelerin 3’er ve avlusunun köşesindeki 2 minarenin ise 2 ‘şer şerefesi var. 16 Şerefe. Yapı, üç yanından, taş duvarlı ve 5 kapılı bir avlu ve bahçe ile çevrili. Camii önünde de revaklı ve taş döşemeli bir iç avlusu vardır. Burada 26 granit ve mermerden stalaktit üslubunda başlıklı sütun,30 kubbeyi taşır.3 kapıyla girilen iç avlu, mermer döşemelidir. Batı istikametindeki kapı,anıtsal ölçülerdedir.Avlunun ortasına 6 sütunlu, bir şadırvan yerleştirilmiştir.

Camiye de 3 kapıyla girilir. Avluya açılan kapı en büyüğüdür. Caminin ana yapısıyla beraber, şu tamamlayıcı bölümler de eklenmiş, bunların kimisi ancak birden çok yıl sonra bitirilmiş, sonunda tam bir külliye meydana gelmişti:

-Hünkâr Kasrı

-Medrese

-Dar-ül Kurra

-Sıbyan Mektebi

-Arasta

-Hamam

-İmaret

-Darüş-şifa

-Türbe

-Sebiller

Caminin oturduğu alan güneydoğu istikametinde eğimlidir. bu nedenle arazi çeşitli setlerle kademelendirilmiştir. İlk kademe caminin kıble duvarıyla oluşturulmuştur. bununla beraber bir istinat duvarı olan Cami kıble duvarı altına kısmi bir bodrum yapılmıştır. güneybatı minaresi yanında yer alan yalın bir kapıdan girilen ve mazgal pencereleri ile hava ve ışık alan bu loş mekân kişilerin barınmasına uyumlu bir yer değildir. İnşaat defterindeki mihrap duvarı önünde mahzen ifadesine dayanarak bu bodrumun başlangıçta depo olarak kullanıldığıylari sürülebilir. Kıble duvarı önünde üç yöne kapılarla açılan pencereli bir duvarla çevrili kapsamlı bir avlu bulunmaktadır. işlevi tam anlamıyla belirlenemeyen bu sahadan evliya çelebi övgüyle söz etmekte; içerisinde bülbüllerin öttüğünü söylediği bu bahçeyi cennetteki İrem bağlarına benzetmektedir. Cami bodrum katının ve kubbeli odaların bulunduğu birinci terastan sonra üzerinde yalnız 7 dükkân ve bir çeşmenin bulunduğu bir ara seviyeye inilmektedir. Dış avlu duvarının caminin kuzeyindeki kesimi altındaki istinat duvarı altındaki tonozlar dükkân şeklinde değerlendirilmiştir. Genel yerleşme düzeni ve külliyenin programı Sultanahmet külliyesi, külliye için sağlanabilen arsanın durumu ve programı nedeniyle Fatih ve Süleymaniye benzeri kocaman sultan külliyelerinde görülen medreselerin tekrarından meydana gelen simetrik gruplaşmalara düzenli bir geometrik şemaya sahip değildir. Külliye yapılarının kocaman bir kısmı kıble ve ona dik doğrultu esas alınarak yönlendirildiklerinden temelde bir yön ve düzen fikri gözlenmektedir. Bununla Beraber işlevsel kümelenmeler inşa edilerek Cami ve Hünkâr Kasrı imam odaları eğitim yapıları ve Medrese,Darul-Kurra, Sıbyan mektebi, sağlık ve sosyal dayanışma yapıları -Daruş-şifa ve İmaret (mutfak, fırın, kiler) vakfa gelecek sağlayan arasta hamam ve kira odaları yakın ilişkiler içerisinde düşünülmüştür. Bu Sabah bir kısmı yok olan vakıf yapıları sayı ve isimleriyle Akarat-ı vakf-ı şerif”defterinde belirtilmiştir. Böylelikle yerleri tam belirlenemese de camiyi çevreleyen alandaki vakıf yapılarının kapsamı bir ölçüde anlaşılabilmektedir. Defterdeki dizilişe göre külliye bünyesinde yer alan vakıf yapıları şöyle sıralanmaktadır.

1-Cami-i şerif hakkındaki tek hamam

2-Cami mihrabı önündeki kubbeli odalar (36 adet )

3-Mehmet Paşa sarayının yerinde tahtani ve fevkani odalar (bir8 adet)

4-Mehmet Paşa sarayının yerinde ali paşa vakfı için yapılmış olan odalar(bir7 adet)

5-Mesih Paşa sarayının kapısındaki odalar (3 adet)

6-Cami yakınlarındaki kubbeli odalar altında yer alan dükkânlar (39 adet)

7-Mehmet Paşa sarayı yeri karşındaki kubbeli odalar altındaki dükkânlar (33 adet)

8-Cami şerif mektep hanesi yakınlarındaki fevkani ve tahtani dükkânlar (8 adet)

9-Darül-hadis medresesi yakınlarındaki odalar (bir1 adet)

10- At meydanı tarafında türbeye bitişik dükkanlar (6 adet )

11- Devirelen Arslanhane de Abdulgani Efendinin hanesi yerinde dükkânlar (5 adet?)

12- Ali Çavuşun hanesi yanında at meydanı karşısında ve imaret yanında odalar, evler

(4 adet)

13- Kasr-ı Hümayun altında köşe çeşmesi yanındaki dükkânlar (7 adet)

14- Top arabacıları meydanı yanında tahtani ve fevkani odalar (20 adet)

15- İmaret-i amire duvarındaki dükkânlar (8 adet)

16- Mahzen (2 adet)

17- Darrüş-şifa hamamı

18- Oda (2 adet)

Bu yapılardan bu sabah varolan kolayca teşhis edilebilenler Arasta ve Darüş-şifa hamamları türbeye bitişik dükkânlar Kasr-ı Hümayun’un altında köşe çeşmesi yanındaki dükkânlar ve mahzenlerdir. Cami mihrabı önündeki 36 adet kubbeli oda ve mektep yanında meydana geldiği anlatılan 8 adet fevkani ve tahtani dükkânlar Darül-hadis medresesi yakınlarındaki 11 oda at meydanı karşısında ve imaret yanındaki 4 adet ev imare-i amire duvarındaki 8 dükkân yok olmuştur. Mehmet Paşa sarayının yerinde Ali Paşa vakfı için yapılmış olan 17 adet odanın ve Mesih Paşa sarayının kapısı tarafındaki 3 odanın ve devirelen Arslanhane ve Abdulgani efendinin evinin mahaline yapılmış olan 5 dükkânın (?) yeri saptanamamaktadır. Bu Sabah Arasta sokağının batı yanını oluşturan kuzeyde batıya güneyde doğuya doğru dönerek toplam 39 dükkândan meydana gelen dizi kubbeli odalar altındaki dükkânlardır. Bu dizinin karşısında yer alan kuzey ucunda sebil yer alan dizi ise dokümanlarda “Mehmet Paşa sarayı yeri karşısındaki kubbeli odalar” altında oldukları anlatılan 33 dükkândır.

CAMİ TANIMI, PLANLAMA

Cami duvarlarıyla sınırlanan ibadet etme sahası şekil olarak kareye yakın bir dikdörtgendir. 53.50 X 49.47 m dir.

AKUSTİK

İç yapıda ve dekorasyondaki özelliği, Akustik ile duvar ve sütunlar ilişkisini Topkapı Sarayının önceki müdürlerinden Kemal ÇIĞ Fark etmiş Risalei Mimariyi okurken bunun 6 faslına özel bir dikkat ayırmış sonra burada verilen bilgilerle Cami içerisinde gözlemlerde bulunarak bundan çok ilginç bir sonuç çıkarmıştır.1996 da Cambridge’de yapılmış olan III. Türk sanatları kurultayına sunduğu bu tebliği o zaman yayınlanmayan Çığ ileri ki zamanlarda bu etüdünü bizzat için yapılmış olan armağan kitabına almıştır. Konu Mavi Caminin akustiği ve bu amaçla Camii içerisinde yer alan mermer kaplamalarına özel bir kesme yontma ve yerleştirme verilmiş olması hiçbir Camimizde kullanılmadığı civarı çok mermer kaplamasına Sultanahmet Şaheserinde yer verildiğine ve bu kaplamaların temel bir duvar ve sütun örtülmesi şeklinde değil çok ayrı ve özel yontumlar ve parça yerleştirmeleri ile yapıldığına dikkati çekmekte ve risalede tüm bunların tamamen akustik amacıyla yapıldığına dair verilen bilgi ile de gözlemini desteklemektedir.

Risale-i mimariye de Cafer Çelebi, Mimar Mehmet ağanın hayatını yetişme tarzını yaptığı eserleri ilmi hendeseye ait bir birlik verileri mimarlığa ait ve yapı sanatında kullanılan adetleri fasıl fasıl şiir ve nesir olarak anlatmış ve bir yandan sözlük ilave etmiştir. Sultanahmet Caminin kubbelerinin tam kapanmak üzere meydana geldiği vakte tesadüf eder. Caminin inşaat durumu bu aşamada iken her zaman temasta bulunduğu Mimar Mehmet ağayı inşaat yerinde ziyarete giden Cafer Çelebi onu caminin döşenmiş bir seccade yanında bir elinde tespih bir elinde arşın meydana geldiği halde bir çok kez tespih çekip ve çektiği her dane de kelimei-şehadet getirdiği ve etrafındaki çalışan ustalara nezaret ettiği sırada bulur. Bir kenara oturup dua ettiğini zannettiği Mehmet ağanın duasını bitinceye civarı ve ondan sonra yanına gidip konuşmaya karar verir. O arada devrin musiki üstatlarından biriside camiyi seyretmek için çıka gelecek ve etrafa nezaret ettikten sonra Cafer Çelebinin yanına gelip oturur ve başlarlar ikisi şu yolda konuşmaya; Cafer Çelebi yeni gelen musiki üstadının hayretler içerisinde Mehmet ağayı seyrettiğini görünce Mehmet ağanın evvela ilmi musiki tahsil ettiğini ondan sonra Sedefkârlık ve Mimarlık öğrendiğini söyleyerek onun yetişme tarzını tanıtmaya çalışır. Bu yorumlamayı dinleyen musiki üstadı henüz Mehmet ağanın burada musiki yapmakta meydana geldiğini hatta yontulan mermerlerin bile vecde gelmiş sofilerin semaya başladığı zaman çıkardıkları sedalar benzeri sada verdiklerini anlatarak sultan hazretlerinin bu bir kocaman şanstır ki bu gibi bir Mimar ağaya sahiptirler, der ve devamlı siz Mimar ağanın ilmi musikiye ilgi göstermiş meydana geldiğini söylediniz, henüz cami şerif binasında biz ilmi musikiyi bi tamam müşahade eyledik. Son Olarak binayı seyrederken on iki cins mermer müşahede eyledik. Her bir mermerden bir çeşit sada ve bir güna makam hasıl olur on iki cins mermerin sedalarında ayni ile on iki makam müşahede eyledik Mermerler yontulurken mermerin cinsi yontuluş tarzı o mermere değişik bir makamda ses vermesini temin etmekte yine müşahede ediyorum ki yedi mutemet usta her bir çeşit seda çıkararak durmadan binayı dolaşmakta on iki cins mermer evvela tasmim olunmakta ve sonra yine istenilen makamda ses verebilmesi için gerek olan yontulma yapılmaktadır. Her birinde bir türlü savt ve seda vardır ki 24 terkibi bile anda müşahede eyledim. Azizi mezbur hadiseyi böylelikle bildirip Cafer Çelebi ile selam verip çıkıp gider.

Türk mimarları yaptıkları yapıtlarında sadece hacim ve dekorasyonu değil yapı bir müzik unsuru olan akustik problemini de ön planda tutmuşlar ve işi cidden bilerek ortaya çıkarmışlardır. Sultanahmet Camiinin duvar yüzleri ile irili ufaklı tüm sütunlarında o civarı çok mermer kullanılmıştır ki bu civarı bol mermer kullanılmış bir başka camimiz yoktur. Burada kullanılan mermerler bununla beraber çeşitlilik bakımından da çok değişiktir. Başka bir özelliğide bu malzeme çeşitli biçime sokulmuş satıhlar halinde yontulmuş duvar ve sütunlara minber ve maffellerin tavan ve civarlarına o suretle aplike edilmiştir. Bunların hepsi Mimar Mehmet Ağanın sağlam bir müzik bilgisini binaya tatbik etmesinden ileri gelen bir hususiyettir.

GENEL YERLEŞME DÜZENİ

TÜRBE

Hünkârın kocaman mermer türbesi vardır. Türbe bizzat küçük bahçesi içerisine yerleştirilmiş bir yapıdır. Üç kubbeli ber portikosu ve bir anneksi vardır. ancak onarıma ihtiyacı bulunur. yanındaki medresenin dersanesinden üç katlı beş dizi halinde yan pencereleriylen dikkat çekecek ölçüde daha büyüktür. Türbede bulunanlar Sultanahmet Hanın oğulları II. Osman (Genç Osman) 4’üncü Murad ile İbrahim Han’ın annesi Kösem valide denmekle bilinen ve şehiden (boğdurulmuştur) ölüm eden Mahpeyker sultan gömülüdür. 4’üncü Murad Hanın kızı Safiye sultan ve şehzadelerden Sultan Orhan Sultan Beyazıd Sultan Mehmet ve Sultan Osman’ın on beş şehzadesi on iki sultan ile Sultan Ahmed in 4 Hasekisi(eşi)gömülüdür.

DARULKURRA

Bu sınıf medrese avlusunun kuzeydoğu köşesine yapılmıştır ve buraya giriş kuzeydoğudan bizzat ile kabirlerin bulunduğu bahçe içerisindedir. Medresenin doğuya bakan pencereleri yoktur. Caminin dış duvarının doğu kesiminde ortada bir kapıyla yükseltilerek yapılmış bir sübyan mektebi bulunur.

*türbenin güney batısında yer alan ve bir zaman türbedar hanesi olarak kullanılan kare planlı tek kubbeli yapının Darul-kurra meydana geldiği t. öz aracılığıyla ileri sürülmüştür. bir. Ahmet türbesine yakın bir konumda yer alması ve türbeye kapsamlı bir pencere ile açılması yapının darul-kurra meydana geldiğini destekleyen özelliklerdir. medrese sokağı üzerinde yer alan basık kemerli bir kapıdan girilen darul-kurranın içerisinde bulunduğu avlu aslında türbenin arka bahçesidir. önünde girişi koruyan ahşap bir saçağı yer alan bina kare planlıdır ve pandantifli bir kubbeyle örtülüdür.

MUVAKKİTHANE

Muvakkithane mevcut binanın yeniden tamiri ile 1828 seneyin Ramazan ayı içinde yeniden açılmıştır. Muvakkithaneye Sultan I.Ahmet türbesinin önündeki kapıdan girilir. Kare planlı yapının demir şebekeli dikdörtgen pencereleri vardır. Erken ampir üslupta olan muvakkithanenin saçak kısmında kademeli taştan bir silme dolaşır.1613 tarihindeki vakfiyesinde ”Evkat-i ezana bilen ve saat-i mikadda cazim bir muvakkit” kaydı vardır’ ki bilgisinden emin olunmayan kimseye burada muvakkitlik verilmemektedir.

SIBYAN MEKTEBİ

Dış avlu duvarına birleşen mektep beşik tonozlu bir zemin kat üzerinde yükselmektedir. Zemin katta bir çeşme ve dükkânlar üst katta kare planlı bir sınıf ile merdiven sahanlığına bitişik bir helâ bulunmaktadır. Dershanenin sağır olan kuzey duvarında ortada ocak yanlarda birer niş bulunmaktadır.

ARASTA

Sultanahmet külliyesinin kıble istikametindeki en uç yapısı olan Arasta İstanbul da 17. yy dan olan tek üstü açık çarşıdır. Sipahilerle ilgili eşyaların satıldığı dükkânlar bu gün turistik amaçta kullanılmaktadır. 1912 yangınında harap olan ve sonra arasına giren başka binalar nedeniyle kocaman ölçüde değişikliğe uğrayan arasta Vakıflar Genel Müdürlüğü aracılığıyla eklerinden ayrıldıktan sonra 1980 li yıllarda restore edilmiştir. Restorasyon işlemi yalnız arasta sokağı etrafındaki dükkânları kapsamış, ilk tasarımda dükkân sıralarının üstlerinde yer alan ve kaynaklara kubbeli odalar olarak adlandırılan hücrelere ait kalıntılar rekonstrüksiyonları için yeteri kadar veri bulunmadığından arkeolojik kalıntı olarak korunmuşlardır. Bu Sabah arastanın parçası olarak kabul edilmekle beraber sokağın kuzey istikametindeki uçta yer alan 9 dükkânın aslında oda dizisi meydana geldiği üst katında da odalar bulunduğu vakıf defterinden anlaşılmaktadır. Üst kata ait bir iz kalmamıştır. Asıl arasta odaların güneyinden başlamaktadır. Karşılıklı dükkân dizilerinden meydana gelen bu bölümün kuzeybatı kanadı güneydoğuya doğru alçalan arazi için bir istinat duvarı görevi görmektedir. üst kattaki odaların önündeki terasa alt yapı oluşturmak için dükkân ara duvarlarının kuzeybatıya doğru uzatıldığı yapılmış olan kazıda anlaşılmıştır. Kuzeybatıdaki dükkânların başlangıcında arastayı camiye bağlayan yola açılan kapının kuzeyinde ara duvarı ve örtüsü yıkılmış olan iki dükkân bulunmaktadır. Arasta sokağı üzerinde ilk yapıldığında 32 olan dükkân sayısı araya giren sarnıç ve mozaik müzesi bunun için bağlı olarak azalmıştır. Tavukhane sokağı üzerindeki 5 dükkânla batı dükkânlarının toplam sayısı 39 a yükselmektedir. Güneydoğu dükkân dizisi ise tek doğrultulu üzerinde sıralanan 33 dükkândan oluşmaktadır. dizinin kuzeydoğu ucunda yer alan sebile bitişik bir kapı kemeri ve söve kalıntısı bulunmaktadır.

HAMAM

1912 İshak paşa yangınında soyunma kısmı yok olan hamamın mermerleri sökülerek satılmış ve yapı uzun yıllar ayrılınmıştır. kocaman saray kazısı sırasında yıkılması öngörülen hamamın günümüze ulaşmış olması şanslı bir olay olarak nitelendirilebilir. Bu gün örtü öğelerinin çoğu harap olan hamamda 1970 lerde içerisine yerleşen bir aile barınmaktadır. Yapının ayakta duran kısımları ılıklık, halvet, külhan ve hazne olarak 3 bölümde incelenebilir. yok olan camekân mekânını iç kısımlara bağlayan iki kapıdan biri doğrudan ılıklığa diğeri duvarlarında tıraşlık yada helâ bölmelerine ait izler olan küçük bir hacime açılmaktadır. Helâ tıraşlık mekânını doğrudan ılıklığa açılan bir kapısı daha vardır. Ilıklık “L” planlı bir mekândır. birbirine dik iki kol şeklinde gelişen bu hacim halveti doğu ve kuzey yönlerinde sarmaktadır. ılıklığın her iki kolundan da halvete girebilmektedir. sıcaklık bölümü hişlerle derinleştirilmiş altıgen planlı ana mekâna iki halvet hücresinden oluşmaktadır. ikisi küçük biride merkezi hacimden kemerle ayrılan derin bir eyvanla genişletilen halvetin kubbesi yıkılmış göbek taşı kurna benzeri ayrıntıları günümüze ulaşmamıştır. halvet hücresinin tromp lı kubbeleri korunmuştur. Altıgen planıyla dönemi için ilginç bir plana sahiptir.

DARÜŞŞİFA

17. yy da tek yapılmış olan Darüş-şifa olan olan Sultanahmet darüşşifası endüstri mektebinin imalatı sırasında kocaman uğraş görmüştür. Hücreleri ve revakları devirelen yapının dış duvarlarına ve kuzeydoğudaki basık kemerli kapısına dokunulmamıştır. Revaklara ait bir birlik sütun ve başlıkları yerlerinde korunmuş, bir kısmı okulun girişinde kullanılmıştır. Revaklı bir avluyu çevreleyen kare planlı kubbeyle örtülen 26 odadan meydana gelen darüşşifanın plan düzeninde hekimlikle veya hastalanmış bakımıyla ilgili özel bir biçimlenme görülmemektedir. helaların yeri belirtilmemiştir. girişin karşısında hücrelerden daha dar bir mekan içerisinde bulunduğu gösterilen koyu Bizans döneminde sarnıca dönüştürülen hipodrom sarnıcından darüşşifanında yararlandığına işaret edilmektedir. Darüş-şifaya bağlı bir hamam olması sağlığın temizlikle olan ilişkisine verilen önemi belirtmektedir. yapının hamamla bağlantısı alışılmışın dışarısında bir düzende revak içinden geçilen bir hücre vasıtasıyla sağlanmıştır. küçük bir soyunma ve ılıklık bölümüne bağlı yan yana iki halvet ve hücresinden meydana gelen hamamın hazne ve külhan kısmı doğudadır. yapının bahçeye açılan bir başka kapısı bulunmaktadır. 1894 zelzeleninden sonra meydana bakan cepheye bu sabah Marmara üniversitesi rektörlüğü olarak kullanılan ziraat orman ve maadin nezareti binası yapılmış ve imaretin meydanla ilişkisi kesilmiştir.

Sultanahmet’in 1612 senesinde darüşşifa yapımına artık başlanmadan önce hatırlattığı vakıfnamede de yapıdan çok görev alacak ekibin özellikleriyle ilgili bir bölüm bulunmaktadır.”açık fikirliliği ve zekâsıyla ünlü sağduyulu ve olayları çabuk kavrayabilen insan doğayı özelliklerini ve ilaç hazırlama ilkelerini bilen içecek ve macun hazırlama ile ilgili hünerli muhtaç olanların işlerinin gözetilmesinde iyi davranışı belli olan yufka yürekli kibirsiz tanıdık ve yabancıya karşı tatlı sözlü seçkin bir kimse hekim olup hastaları onlara iyi davranarak iyileştirme etmelidir”.

Bugün darüşşifa ile beraber Sultanahmet Teknik Lisesi aracılığıyla kullanılan imaret yapılarına Sokullu Mehmet paşa yokuşu aracılığıyla girilmektedir. İmarete ait olup yapı kimliğini kocaman ölçüde koruyabilen 3 yapı bulunmaktadır.

SEBİLLER

İnşaat defterindeki programa göre külliye inşa edilmesi öngörülen 4 sebilden 3 ü günümüze ulaşmıştır. Bunların ikisi at alanına açılan dış avlu kapıları yanında 3. ise arastanın güneydoğu ucunda bulunmaktadır. 4. sebil tavukhane sokağı üzerinde bu yöndeki girişin batısında bulunmaktadır.

HÜNKÂR KASRI

Padişahın namazdan önce yada sonra oturup dinlenebileceği sohbet edebileceği bir yapı olarak tasarlanan hünkâr kasırlarının bilinen ilk örneği bir. Ahmet aracılığıyla yaptırılmıştır. çeşitli onarımlarla günümüze ulaşan kasır pekçok orijinal ayrıntısını yitirmiş son onarımını 1949 yangınından sonra geçirmiştir. dış avlu zemininden kısa bir rampayla çıkılan yapı fazla yüksek bir bodrum üzerinde yükselmektedir. giriş katında bir koridorla ulaşılan iki oda bulunmaktadır. holün doğu duvarında yer alan kapı bu yönde bir bağlantının varlığına göstermektedir. ancak bu yönde yer alan yapı yapılar ile ilgili ne yazılı nede görsel malzeme bulunmaması niteliklerinin anlaşılmasını zorlaştırmaktadır. giriş holünden padişahın kullanımına ayrılan üst kata bir rampayla ulaşılmaktadır. Osmanlı mimarlığında ilk defa burada padişahın tahtırevan ve ya atla üst kata ulaşmasını sağlayan rampalı düzen kurulmuştur. bir iç sokak benzeri ele edinilen rampa demir parmaklıklı pencerelerle avlu yönüne açılmaktadır. üst katta Türk evine özgü bir galeri düzenlemesi gözlenmektedir. dış avlu yönü pencereli bir duvarla sınırlanan hayatın boğaz cephesinde kasrı camiye bağlayan galeriyi taşıyan bir sütun dizisi bulunmaktadır. kasrın sultan için ayrılan bölümü birbirine bitişik ve birinciden geçilerek ulaşılan iki odadır. her iki odada da benzer yapı öğeler ocak, niş, pencereler bulunmaktadır. kasır evvelki başodaya daha iyi görüş açısı başarmak için boğaz ve Marmara ya dik olarak yerleştirilmiştir. Orijinal çatı ve bezemeleri yok olan kasrın değerli kumaş kilim halılarla döşendiği inşaat defterinde satın edinilen eşyalar listesinden öğrenilmektedir. hünkâr mahfilide yedi kandilli gümüş fener, fıstıki gümüş top, nakışlı deve kuşu yumurtası, kırmızı billur bardak, fağfuri sürahi, fildişi ayna, altın yaldızlı kozalak, sedefkari ibrik benzeri doksanı aşkın değerli eşya ile donatılmıştır.

MEDRESE

Külliyenin kuzeydoğusunda, türbeye yakin bir konumda yer alan medrese, uzun ekseni kıbleye paralel doğrultuda olan dikdörtgen planlı bir avlu çevresinde şekillenen revaklar, hücreler ve mescit-dershaneden oluşmaktadır. Kuzeybatı cephesinin ortasında yer alan giriş, hücre dizisi içinde bırakılan bir geçitle revaklara bağlanmaktadır. dikdörtgen planlı avlunun ortasında dairesel planlı bir mermer havuzbulunmaktadir. Medresenin güneydoğu kenarının ucundaki iki hücrelik alan helâlara ayrılmıştır. başka bir deyişle tümüyle kesme taştan yapılmıştır. boyut ve cephe düzeniyle hücrelerden ayrılan sınıf kütlesi, kuzeybatıda hücre dizisinin ucuna birleşmektedir. cephelerde iki katli pencere düzeni-altta dikdörtgen çerçeveli pencereler üstünde, ortadaki daha fazla yüksek olan, üzeri kemerli üç pencere-bulunmaktadır. Yapının genel uygulamalarından ayrılan bir başka özelliği hücresinin avluya açılan iki katli pencere düzenine sahip olmasıdır.

CAMİİ YAPIMINDA KULLANILAN MALZEMELER

KÜFEKİ TAŞI

Diğer adları Bakırköy kalkeri. Maktıralı kalker. Lümaşel kalkeri olan Küfeki taşının İstanbul yapılarında kullanılışının çok uzun bir geçmişi vardır. Küfeki taşı yatakları İstanbul’un batısında Davut Paşa, Bakırköy, Sefa köy arasındaki alanda İstanbul’dan Küçük Çekmeceye doğru uzanan neojen oluşuklar içinde bulunmaktadır. Bu alanda asırlardır işletilen ocaklardan İstanbul ve Trakya’nın yapı taşı gereksinimi karşılanmıştır. Evliya Çelebinin bu konudaki açıklaması şöyledir; (Edirne kapı dışarısında Davut paşa bahçesi yanında 7 yerde taş madeni vardır ki; bu gibi bir Allah yapısı hiçbir diyarda görülmemiştir. 1000 seneden beri günümüze civarı altını çizen bin deve Eşşek,katır taş taşıdığı halde sanki deryada katre güneşte zerre miktarı azalmamıştır. Nedeni Ise Allah’ın emriyle altını çizen havadan bitmektedir. Ayasofya’ nın inşa edilmesi için hızır getirdiğinden hızır madeni derler. Güzel koparılması kolay bir makbul taştır.) Külliye inşaat defterindeki küfeki taşı sengi küfeki-i ayastefanos olarak belirtilmiştir. Külliyede en çok kullanılan yapı taşı olan küfeki deniz yoluylan Ahır kapıya getirilerek oradan at ve arabalarla Sultanahmet’e çıkarılmaktaydı.

MARMARA MERMERİ

İstanbul’dan hemen hemen 120 kilometre uzaklıkta yer alan Marmara adasında çıkarılan beyaz yada açık mavi üzerine gri damarlı taşlar Romalılardan bu güne işletile gelmiştir. Külliye yapımında kullanılan mermer adada esirler çalıştırılarak çıkarılmış ve gemilerle İstanbul’a getirilmiştir. İnşaat defterindeki kayıtlara göre Marmara mermerinin yapımında kullanıldığı yerler şuralardır; (ayak kaşı, harem kapısı için taç, kafa tahta taşı, kademe taşı, kemer taşı, korkuluk tabaka taşı, köprü taşı, kürsü taşı, musluk taşı, pahlu taşı, pahlu döşeme taşı, söve taşı, sütun taşı, sütun başlığı taşı, taban taşı, şadırvan kemeri taşı.) Sultanahmet caminin duvar yüzleri ile irili ufaklı tüm sütunlarında o civarı çok mermer kullanılmıştır ki bu civarı bol mermer kullanılmış bir başka camimiz yoktur. Burada kullanılan mermerler bununla beraber çeşitlilik bakımından da çok değişiktir. Başka bir özelliği de bu malzeme çeşitli biçime sokulmuş satıhlar halinde yontulmuş duvar ve sütunlara minber ve mahfillerin tavan ve cıdarlarına o suretle aplike edilmiştir. Bunların hepsi mimar Mehmet ağanın sağlam bir müzik tahsili yaptıktan sonra mimar oluşu ve müzik bilgisini binaya tatbik etmesinden ileri gelen bir hususiyet olarak kabul etmemizi gerektirmektedir.

RENKLİ TAŞLAR

Çeşitli renk ve desenleri hoşa giden iyi cilalanan mağmatik taşlara bireş ve aglomeralara somaki adı verilmektedir ancak Risale-i mimarideki somaki tanımı has kırmızı mermer olduğundan inşaat defterinde bu manaya kullanıldığını kabul ediyoruz. Mısır da Duhan dağından çıkarılan porfiru rosso, andico, kırmızı porfirin, kırmızı somaki meydana geldiği belirtilmiştir. Fakat Sultanahmet Camisi imalatı için Mısırdan taş geldiğini dile getiren hiçbir kayıta rastlanmamıştır. Külliye toplam masraflarının bulunduğu 42 nolu defterde kırmızı renkli taş 5112 nolu belgede ise Mihaliçten gelen kırmızı kemer taşı ifadeleri bulunmaktadır. Böylelikle Anadolu kaynaklı meydana geldiği anlaşılan taşlar aglomera ve breşler olmalıdır. İnşaat defterindeki kayıtlara göre kırmızı renkli taş (kalıp, kemer, kürsü,pahlu, sütun, sütun başlığı yapımında kullanılmıştır) cami avlu revaklarında kullanılan kolonlardan üçü ve dış yan sofa revak kolonlarının bazıları almaşık kemerler tektonik reşten yapılmıştır. Bu Sabah Bilecik etrafından çıkarılmakta olan bu taşın geldiği yer defterde belirtilmemiştir. Bağlayıcı çimentosunun kolayca aşınması bunun için bağlı olarak dış etkenlerle kolayca bozulan tektonik breşin granit benzeri dayanıklı taşların bulunamaması bunun için bağlı olarak kullanıldığıylari sürülebilir.

ATEŞ TAŞI

Külliye yapımında kullanılan od-ateş taşlarının kavak iskelesinden getirildiği belirtilmiştir. Bu ifadeyle kavak isimiyle hatıralan sarayın iskelesi çevresinde başka bir deyişle Üsküdar Kadıköy yöresinden çıkarılan taşlar yada kavak adlı bir başka yerden örnek olarak Rumeli kavağından sunulan taşlar kastedilmiş olabilir

TUĞLA VE KİREMİT

Sultanahmet külliyesi yapımında kullanılan tuğlalar satın edinilen yer, kullanılış amacı, boyut ve şekil benzeri değişik özelliklerine göre belirlenmişlerdir. İnşaat defterine göre “çarşı”tuğlalarının kocaman bir kısmı “miri” ve “harici” olmak üzere iki türlü piyasadan satın alınmıştır.17 asır yazarlarından, Eremya ve Evliya Çelebilerin gözlemlerine göre, İstanbul’daki tuğla ve kiremit harmanları, Sütlüce ile Hasköy içinde yer alan Piri Paşa Semtinde bulunmaktaydı. Evliya Çelebi Piri Paşa ile ilgili olarak, 200 civarı kiremit hanesi vardır. Nedeni Ise buradan denizden temmuz ayı içinde Arnavut dalgıçlar bir türlü siyah çamur çıkarırlar ki başka yerde bulunmaz. O çamuru gemilerden çıkarıp kaplara doldururlar 40 gün havalandıktan sonra, işçiler içerisine girip ayaklarıyla yoğrurlar. Bundan yapılmış olan kiremit ve tuğla piştiği zaman siyah rengi kırmızı olur. Tüm İstanbul büyükleri damlarını bu kiremitle örttükleri için İstanbul uzaktan bakana kırmızı görünür. Miri ve dış terimleriyle dile getirilen çoğunluğunun dışarısında olan ve inşaat defterinde tuğlayı darıca çarşı ifadesiyle belirlenen darıca tuğlasının aynı isimli kasabada yapılmış olan tuğlalara verilmiş olabileceği akla gelmekle beraber Darıca da tuğla harmanları meydana geldiği ile ilgili destekleyici bir bilgi bulunamamıştır. Kemer tonoz, duvar yapımında kullanılan ve tam yarım battal olarak kullanılan ve üç boyda bulunabilen çarşı tuğlasından başka değişik strüktür elemanları ve ayrıntıları için özel tuğlalar satın alınmıştır. Örnek Olarak kubbe yapımında kocaman ve orta boyda kubbe tuğlaları nişlerde ve ocaklarda şişhane ve yaşmak terimleriyle belirlenen tuğlalar kullanılmıştır. Satın alma listesinde eğri tuğlalar ve çok kalın olmaları bunun için bağlı olarak topaç olarak nitelendirilen tuğlalarda bulunmaktadır. Bununla Beraber büyük ihtimal dolgu yapmakta ve harca karıştırmak üzere bir miktar pare tuğla alınmıştır.

AĞAÇ

İklimsel ve coğrafi koşullar nedeniyle Batı Karadeniz Doğu Karadenizin iç kısımları Marmara ve Batı Ege Toroslar benzeri tespit edilmiş bölgelerde bir araya gelen Anadolu ormanlarının benzer özellikler göstererek ve daha az bozulmuş olarak evvelki yüzyıllarda mevcut meydana geldiği inşaat defterlerinin kereste hesabı bölümünde geçtiğimiz yer adları Evliya Çelebi ve başka gezginlerin gözlemlerinden anlaşılmaktadır. Ancak İstanbul’da gerçekleştirilen kocaman yapımlar için gerek olan ağaç yalnız Anadolu’dan değil Trakya’nın bu gün Ülkemiz sınırları dışarısında olan bölgelerinden de getirilmekteydi. Topkapı sarayı müzesi arşivi 42 nolu defterde kayıtlı ağaçların bir kısmı getirildikleri yere göre adlandırıldıklarından kerestelerin Batı Karadeniz, Marmara bölgesi ve Rumeli ormanlarından alındığını belgelemektedir. Külliye yapımında kullanılan ağaçlar başlıca iki grupta toplanabilir; İğne yapraklı ağaçlar, sanober ve virdinar-geniş yapraklı ağaçlar; pelüt, pırnal, gürgen, kara ağaç, ceviz, kestane, abanoz, fındık. Genellikle ağaçların nerede hangi öğelerde kullanıldıkları belirtilmemiştir. Ceviz, kestane, abanoz benzeri değerli ağaçların, Kürsü, Rahle, Pencere kapakları yapımında diğerlerinin de temel duvar hatıllarında pencere doğramalarında inşaat iskeletlerinde kullanıldığı tahmin edilebilir.

KİREÇ VE HORASAN

Külliye yapımında kullanılan kirecin kocaman bir kısmı çeşitli fiyatlardan edinilen Rumeli kireci (27.700 ton) ile (7.820 ton) Anadolu kirecidir. Ortalama birim fiyatı daha ucuz olan Rumeli kirecinin hangi yöreden çıkarıldığı belirtilmemiştir. Anadolu kireci ise Hareke, Darıca içinde yer alan kireç ocaklarından getirilmiş olabilir.

DEMİR

Gerçi döşeme kirişleri kenet zıvana yapımında kullanılan demir ham ve işlenmiş olarak satın alınmıştır. getirildiği yer kesinle belirtilmemekle beraber Bulgaristan kaynaklı olması kuvvetle muhtemeldir.

KURŞUN

Cami ve külliye yapılarının yarısından fazlasının örtülmesinde kullanılan kurşun ve çeşitli kaynaklarda cevher veya levha olarak satın alınmıştır. Üsküp Sidre Kapsa benzeri İstanbul’dan uzak bölgelerden ele geçirilen kurşun madeni kara ve deniz yoluyla şantiyeye getirilerek işlenmiştir. satın edinilen kurşunların ak ve kara nitelikleriyle tanımlanması büyük ihtimal kurşunun rengine dayanmaktadır. Bilindiği benzeri kurşun doğada çoğu kez altın gümüş alüminyum demir veya bakırla karışık olarak bulunmaktadır. Teknolojik imkanların sınırlı meydana geldiği cağlarda ayrıştırmanın iyi olmaması bunun için bağlı olarak kurşun içerisinde bir miktar demir veya gümüşün kalması madenin rengini değiştirmiş ak yada kara olarak nitelendirilmesini etkilemiş olmalıdır. Külliye için satın edinilen toplam 1900 ton kurşunun malzemesi ve taşınması için yapılmış olan harcamalar 112 yük 35969 akçedir.

ÇİVİ

Yapımda kullanılan çiviler boyut ve kullanılacak yer benzeri özelliklerine göre isimlendirilmişlerdir. Örnek Olarak mimarı serb, mimarı mertek benzeri. Nisan 1609 da Selanik kadısına sevk edilen bir hükümden bir birlik çivilerin Serez den temin edildiği anlaşılmaktadır.

BOYALAR

Kubbe kemerlerin kalem işi nakışları hünkâr mahfili altındaki tavanın bezemesi için kullanılan boyaların defterlerdeki kayıtları ayrıntılı değildir. aşu-yı frengive kal-i ve sülyen ile laciverd-i bedahşi ifadeleriyle yetinilmiştir.

BADANA

Duvarlarda ve kalem işi dekorasyona zemin hazırlamak üzere örtü elemanlarında kullanılan badana miktarı tam anlamıyla belirtilmemiştir.

ALÇI

Alçı pencerelerde kullanılan alçı boyutu ve ağırlığı belirtilmeyen kelleler halinde satın alınmıştır.

LÖKÜN

Hamam için gerek olan başka malzeme ile beraber satın edinilen lökün taş kireç bezir yağı ve pamuğun döğülerek karıştırılmasıyla ele geçirilen bir harçtır. su künklerinin birleşme noktalarında doğrudan doğruya harç olarak veya keten lifi üzerine sürülerek kullanılırdı.

PAMUK

Yukarıda da belirtildiği benzeri lökün yapımında kullanılan pamuk pembe adı altında satın alınmıştır.

KETEN

İnşaat defterindeki keteni sıva ve keteni rah-ı ab ve keten-i kenevir ifadesinden anlaşıldığına göre keten liflerinden sıva yapımında ve su yolları izolasyonunda yararlanılmıştır.

KEÇE

Keçeha-i hamam deyimiyle kullanıldığı yapı kesin olarak belirlenen keçe ateş gibi su borularının yalıtımında kullanılmıştır.

SAMAN

Bilindiği benzeri samanın bağlayıcı madde olarak sıva içerisine katılması ananesel bir usuldür.

TUTKAL

Muhtemelen kapı pencere kanatları kürsü rahme benzeri çeşitli ahşap elemanların birleşimlerinde kullanılmak üzere hemen hemen 71 kg tutkal-ı mahi satın alınmıştır.

MASTAKİ VE SANDALOS

Sakız adasında yetişen mastik ağacından çıkarılan mastaki ile sandaloz olarak adlandırılan adıç reçinesi benzeri cila yapımında kullanılan maddeler büyük ihtimal çeşitli ağaç kısımları için gerek olan cilanın yapımında ham madde olarak kullanılmıştır.

ZİFT

Satın almalar içinde yer alan 45 okka ziftin kullanılış amacı ve yeri belirlenmemiştir.

İSVİDAÇ

Bir kurşun birleşiği olan üstü beç örte kuvveti en pek olan beyaz toz boya olarak bilinmektedir. yapım için edinilen 5 okka üstübeçin kullanılışıyla ilgili açıklama yapılmamıştır.

BEZEME ÖZELLİKLERİ

Sultanahmet camisi yapıldığı dönemin en çok başarılı ustalarının çalışmalarını ve belli başlı zanaat dallarının uygulamalarını bir araya toplayan bir anıt olarak dikkati çekmiş olmalıdır. Cami yüzeyinin kocaman bir kısmının kaplayan kalem işleri ve yazılar yenilenmiş, desenleri dışarısında bir özellikleri kalmamıştır.

ÇİNİ

Sultanahmet Camisi duvar kaplamasında kullanılan çiniler aynı desenli karoların getirilişiyle meydana gelen panolar yada değişik parçaların birleşimiyle ortaya çıkan kocaman desen komposizyonları olarak tertip etmiştir. Kullanılan renk ve düzenler çinilerin yapılış tarihi ve yapıldıkları atölyelere göre farklılık göstermektedir. İznik ve Kütahya atölyelerinin 16. yy sonu ve 17.yy başı ürünleri olarak tarihlenen çinilerde zengin bir renk çeşitlenmesi göze çarpmaktadır. kare parçalarda beyaz, dikdörtgen biçimli bordür çinilerde lacivert çini üzerine işlenen asma dalı enginar, erik, narçiçekleri, karanfil, nane madalyon vari çiçek grupları, menekşe, mine, sümbül ve yaseminler, üzüm salkımları, ağaç ve yapraklarda firuze, gri, kahverengi, kırmızı, mercan ve mühür, lacivert, mavi, mor, siyah, yeşil benzeri renklerin tonları kullanılmıştır. Cami giriş kapısı üzerindeki galeride yer alan panolar teknik ve desen bakımından en çok başarılı parçalardır. Burada zemin temiz bir beyazlık gösterir. renkler canlı ve desen kontorları düzgündür. bu itinalı işçiliğin tüm karolarda bulunmaması zeminin sarımtırak bir beyaz oluşu konturların karışması sırların taşması benzeri bozukluklar kısa zamanda birden pek çini hazırlanması gereğini cevap verecek ustaların ve malzemenin sağlanamamış meydana geldiğini göstermektedir. Cami ile ilgili kayıtlara göre 21043 levhadan meydana gelen bu çiniler saray nakkaşhanesinde Hasan isminde bir usta yönetiminde hazırlanmıştır.

GÜMÜŞ

Büyük kubbe ve köşe kubbe alemlerini kurşun örtüye kaynak yapmakta kullanılmıştır.

ALTIN

Sultanahmet’in altın minareli bir cami yaptırmak aradığı konusundaki rivayetleri alakasızdır. 4 minarenin külahlarının altın kaplanmış olması halk içinde bu tür hikâyelerin çıkarılmasını etkilemiş olabilir. İnşaat defterindeki kayıtlara göre minare külahlarına 800 pencere dolap ve kapıların altın yaldızlarına 522 altın harcanmıştır. Bununla Beraber, kocaman kubbe ve köşe kubbelerinin bakır alemleri üstüne altın kaplama yapılmıştır.

TAŞ

Cami içerisinde ve dışarısında pekçok öğede kullanılan taş türüne ve kullanılış biçimine göre başka bezeme özellikleri göstermektedir. fazladan dış kaplamalarda kullanılan küfeki taşıyla kolon olarak işlenen ve breş bloklarında yüzeylerinin düzgün olmasıyla yetinilmiş oyma yapılmamıştır. Taş işçiliği öncelikle mermer üzerinde yoğunlaşmıştır. Sütun başlıkları, öğeler, cami anıtsal giriş mukarnasları ve silmeleri mihrap benzeri çeşitli öğelerde özenli bir işçilik dikkati çekmektedir. Kocaman kubbe yarım kubbeler ve köşe kubbeleri ayaklarındaki mermer kaplama eğrisel ve düz çıkıntıları olan plaklardır. Minber yan korkulukları üst kat parmaklıkları titiz bir taş işçiliğinin örnekleridir. Minber korkuluklarında geometrik üst kat korkuluklarında ise bitkisel motifler kullanılmıştır. Minber yan kısmında ve hünkâr mahfili korkuluklarında yer alan alçak kabartma tekniğinde işlenmiş bezeme desen ve işçiliğiyle çağın en çok başarılı uygulamaları sayılabilirler.

SEDEF İŞLERİ

Bilindiği benzeri külliyenin mimarı Sedefkâr Mehmet ağa sedefkârlıktan yetişmiş ve bu konuda çok çok başarılı kişiydi. Caminin kapı pencere kürsü rahle benzeri çeşitli personellerinin işlenmesinde onun doğrudan katkısı olup meydana gelmediği kesin olarak bilinmemektedir. Bu güne sağlam olarak ulaşan parçalarda genellikle geometrik desenler görülmektedir.

TAŞ OYMACILIK

Bu sanatın en güzel parçaları Sultanahmet Caminde bulunur. Cami dış avlusunu duvarlarının bir kurdela benzeri süsleyen narin kabartma tezyinattan başlarsak gaye erişmek pek zorlaşır. Hünkâr mahfilindeki mihrap cidden nefisdir. Mihrabın tacı tam bir sadelik ve ince bir zevkle işlenmiştir. Etraf süveleri siyah sarı ve kırmızı damarlı sekiz köşe nadir taşlarla mozaik işlenmiş ve bunların içinde yıldızlar meydana gelmiştir. Mihrabın iki köşesindeki koyu yeşil fon üzerine altın yaldız kabartma çiçekleri nefasetini istalaktitin altına yerleştirilen yeşim tezyinat son hadde erişmektedir.

YAZILAR

Caminin yazılarını devrinin hat üstadlarından Diyarbakırlı Seyyid Kasım Gübari yazmıştır. Bir pirinç tanesi üzerine mikroskobik yazıyla ihlâs-ı şerif yazma başarısından ötürü ‘GÜBARİ’ lakab-ı verilmişti. Bu pirinç tanesi bu sabah Topkapı müzesi’nde muhafaza edilmektedir.

MİNARE

Altı minaresi olan yegâne camidir. Minarelerin dördü üçer ikiside ikişer şerefelidir. Bu caminin inşaasından önce altı minareli camii yalnız Mekke Camii meydana geldiği için şerefini muhafaza etmek üzere Mekke camine yedinci olarak bir minare ilave edilmiştir. Minarelerin 16 şerefeli olması büyük ihtimal I.Ahmet’in kaçıncı sultan meydana geldiğini gösterir.*** Ahmet I 14’üncü sultan meydana geldiği halde şerefelerin sayısı 16 ise de Yıldırım Beyazıd in oğulları Emir Süleyman ve Musa Çelebi de padişahlar arasına katılmıştır.*** Sultanahmet camii minarelerinde kürsüler gayet sadedir Sinan in son yapıtlarında görülen bu temayül burada had şeklini almıştır. Yalnız iki şerefeli minarelerde tezyini köşe sütunları görülür. Başka minarelerin kürsüleri hiç tezyinatsız olup dış avluya yan kapı revakları kürsülerden başlamaktadır. Bu minarelerde Sinan devrinin hususiyetleri görülmektedir. Gövdeler tabiatıyla Süleymaniyeye nazaran daha ince fakat dış satıhları amudi çubuklar ile süslüdür. Şerefeler klasik üslupla şebekeli korkuluklara sahiptir.

MAHYA

Caminin minareleri ile ilgili bir rivayete göre Fatih Camii müezzinlerinden Kefe li hattat Hafız Ahmet Sultanahmet camiinin iki minaresi arasına asılmak üzere ortasında yazı olan tasviri bir çerçeveye çok iyi bir işçilikle işleyerek bunu sultan I.Ahmet e hediye etmiştir. Sultan bundan çok hoşlanmış dini hükümlere uyumlu olmak şartıyla Ramazan gecelerinde minareler arasına bu çevredeki benzeri mahyalar kurulmasını istemiş, böylelikle bu yenilik ilk defa Sultanahmet Camiine tatbik edilmiştir.

IŞIKLANDIRMA

Bina, dışarıdaki gün ışığını, içerisine 260 pencereden aktarır. Pencereler, ilk yapılışta çiçek motifleri ile bezeli renkli vitraylarla örtülüydü. Başka Bir Deyişle düz pencere camı yoktu ve bu renkli cam işlemeciliği olabilecek en üst kalitede idi. Bu özelliği mabedi o tarihlerde gezmiş olan tüm başka gezginler fark etmişler ve pencerelerdeki bu renk oyunu buluşuna ve onun uygulama kusursuzluğuna hayran kalmışlardır. Bu güzellik 18 yy la civarı renkli vitrayların devam ettiğini ve 1700 lü senelerden sonra bunların yarısından fazlasının kırılıp adi beyaz camla değiştirilmesini iç yapı tarafından bir zarar meydana geldiği, nedeni ise vitrayların renklendirip halılar ve çiniler üzerine tül tül döküldüğü ışıkların içeride oluşturduğu o büyülü ve esrarlı atmosferin düz camlarla kaybolduğu görülmektedir. Camii nakışları değiştirilmeden evvelki gerileme ve yıkılma dönemlerinde yağmaya uğradığı açıkça anlaşılan tüm o ziynetlerini başka bir deyişle birbirinden değerli halılarını billur kandillerini, altın zincirlerini, mücevher topları ve askılarını bir bir yitirmeden evvelki ikbal devirlerindeki hatta ilk açıldığı zaman ki görkemi ile düşünülünce bir imparatorluğun ne demek meydana geldiği daha iyi anlaşılabilir. Tüm bu pahalı süslerini yitirdikten sonra da bu mekânda olanca haşmeti ile henüz kalabilmiş olan bu aydınlık ferahlık ve sadelik içerisinde göz kamaştıran renk ve görünüm zenginliği var ya işte o asıl eserdir. Bir yandan Kur’anı iyi yorumlamış ve anlayabilmiş olan o yüzden altını ve gümüşü yığmaya değil kendini gece gündüz soylu ve yükselmiş duygulara kaptıran öbür yandan sapsarı arap çöllerinden yemyeşil Avusturya çimenliklerine ve ormanlıklarına civarı tüm Osmanlı diyarlarını adım-adım gezmiş ve gördüğü tüm çeşitli medeniyetler mimarlık yapıtlarını içerisine sindirmiş ve hazmetmiş olan bile bir mimarın içinde bulunduğu dönemdeki tüm yetenekleri seferber ederek işte ortaya koyduğu eseridir. Bu gün her ulustan insanın bu kubbe altında sükûtlara dalarak seyrettiği bu iç mekân.

SULTANAHMET CAMİİ İLE SÜLEYMANİYE CAMİİ KARŞILAŞTIRILMASI

Her iki yapıda da ortak olan yapı bileşenlerin en başında yan cephenin strüktürel kuruluşa bağlı düşey bölünüşünü tespit edilen ve alt yapıdan kubbeye büyüyen strüktürel kuruluşun görsel açıdan da süreklilik kazanmasını etkileyen payanda yapıları gelmektedir. Bilindiği benzeri payanda yapılarının camii nin tüm kütlesel etkisi içerisinde belirgin plastik değerler değerlendirilmesi ilk defa Süleymaniye camisinde gerçekleşmiştir. Sultanahmet Camii uygulanmasında genel çizgileri ile Süleymaniye Camisi payanda düzenine bağlı kalınmış fakat kademelerin yükseklikleri köşe kulelerine oranları benzeri ayrıntılarda başka öğeler kullanılmıştır. Bununla Beraber Sultanahmet camisinde payandaların duvar üstündeki ilk kademelerinde yer alan kubbeli odalarla köşe kuleleri içinde bir çok kez iç merdivenler düzenlenerek payanda yapılarının iç bağlantıları geliştirilmiştir. Süleymaniye Camisinde payandaların alt yapıda köşe kulelerine civarı ulaşan öğeler olarak işlenişi yalnız yan cephelerde görülen bir özelliktir. Sultanahmet Camisinde başka şekillerde olmakla beraber bu kademeleniş giriş ve kıble cephelerinde de uygulanmıştır. Süleymaniye Camiisi yan cephelerinde, payandalar içinde olan meydanlara yerleştirilen iki katlı dış sofa,orjınal ritm düzeni ile beliren mühim bir kütlesel bileşendir. Strüktürel kuruluşa bağlı olarak alt kat sofalarında 2.3.2 dizgisini veren revak düzeni, ikinci katta 1/2 değerli açıklıklara bölünerek değiştirilmiştir. Saçak üstünde yer alan strüktürel kemerlerde 2.3.2 dizgesi belirtilmiştir. Sultanahmet Camisinde de iki katlı olarak düzenlenen dış sofalarda 2.3.2 oranına dayanan bir kemer ritm düzeni kurulmuştur. Ancak burada iki kattada aynı ritm düzeni uygulanarak daha kararlı bir ifade elde edilmiştir. Bununla Beraber, Süleymaniyede ki benzeri kapsamlı bir saçak inşa edilmesi mahaline, eğrisel örtüye yer verilmesi, iki katlı sofaların payanda arası bölgesine mal edilmesini sağlamıştır. Sofalar üzerinde yer alan kemerle, Süleymaniye deki dizilişi tekrarlamaktadır, ancak burada ortada yer alan kemer strüktürel değil dekoratiftir.

About Author

Bir yanıt yazın